Randevu:0555 977 12 14 
Fizik Tedavi ve Klinik Nörofizyoloji Uzmanı

Yazılar

Skolyoz Tedavisi

Skolyoz Nedir?

Omurganın sağa ve sola 10 dereceden fazla eğrilmesi skolyoz olarak tanımlanır. Skolyozda omurga bir tarafa doğru eğrilirken omurlar da kendi eksenleri etrafında

 

döner. Yani skolyoz üç boyutlu bir deformitedir. Bu nedenle vücutta ciddi şekil bozukluklarına sebep olup göğüs kafesi deformitesi ile iç organların çalışmasını etkileyecek seviyeye ulaşabilir. Skolyoz omurgada bir ya da birden çok eğrilikle ortaya çıkabilir. Skolyoz doğumsal, idiopatik (sebebi bilinmeyen) olabileceği gibi altta yatan herhangi bir nöromuskuler hastalığa bağlı olarak da gelişebilir. En sık görülen idiopatik skolyozdur. Skolyoz bebeklik, ergenlik ve yetişkinlik döneminde başlayabilir. Büyüme çağındaki çocuklarda daha sık görülür. Skolyozun ilerleme hızı hastanın yaşı, cinsiyeti, eğriliğin tipi ve büyüklüğüyle değişkenlik gösterir. Skolyoz kız çocuklarında genelde daha fazla görülür ve daha ciddi şekilde seyreder.

Skolyozun Belirtileri Nelerdir?

skolyoz1

 

• Başın bir tarafa doğru eğimli olması

• Göğüs kafesinde asimetri

• Kürek kemiklerinden birinin diğerine göre daha çıkıntılı olması (bu öne eğilmede daha belirgindir.)

• Kalçalar ve omuz seviyelerinin eşit olmaması

• Bacak boylarının aynı olmadığından şikayet edilmesi

Skolyoz Tanı Ve Tedavisi

Skolyoz tanısı için fizik muayene ve tüm omurga röntgen sonuçları yeterli olur. Öncelikle skolyozun derecesi tespit edilir. Tedavi için ergenlik dönemi öncesi tanı konulan hastalarda omurga şekline göre özel hazırlanmış düzeltici korseler uygulanır. Korse tedavisi ile birlikte mutlaka duruş ve egzersiz eğitimi de verilir. Ergenlik dönemi ve sonrasında ise egzersiz uygulamaları tek geçerli tedavi şeklidir. Egzersiz ile skolyoz derecesinin artmaması ve azaltılması amaçlanır. İlerlemesi durduralamayan ileri skolyoz vakaları cerrahi olarak tedavi edilir.

skolyoz2

Schroth Tedavisi

Katherina Schroth tarafından geliştirilmiş üç boyutlu egzersiz programıdır. Egzersizler özellikle omurgayı doğru pozisyonlayarak ve kişinin skolyozuna özel nefes egzersizleri eşliğinde yapılır. Kişiye ayna karşısında duruş eğitimleri verilerek bu düzgünlüğü günlük yaşamında nasıl devam ettireceği öğretilir. Günlük yaşam alışkanlıklarının değiştirilmesi, kifoz ve lordozun düzeltilmesi, mobilizasyon teknikleri ve kuvvetlendirme egzersizleri bu tekniğin temel parçalarıdır. Geleneksel skolyoz tedavilere göre çok daha başarılı sonuçlar elde edilmektedir. Method 7’den 70’e her yaş grubunda uygulanabilmektedir.

              TEDAVİ ÖNCESİ     –      TEDAVİ SONRASI

skolyoz3

 

Lenfödem Nedir?

lenfodem9Lenfödem (fil hastalığı) lenfatik sıvının hücreler arası okuda birikerek, çoğunlukla el-kollarda veya ayakbacaklarda şişkinlik yapmasıdır.

lenfodem3

  Hücreler arasında bulunan lenfatik sıvılar kan dolaşımından farklı olarak yavaş bir şekilde süzülerek kana karışır. Lenf sıvısını taşıyan lenf kanalları ve lenf düğümleri hasara uğrarsa veya doğuştan kusurluysa lenf sıvısı vücut bölümlerinde birikerek lenfödemi meydana getirir. Bu durum genellikle ilerleyicidir ve zamanında tedavi edilmezse kalıcı olabilir.

Nedenleri;

Lenfödemlerin bir kısmının sebebi bilinmemektedir. Bazı lenfödemler ise meme cerrahisi sonrası, radyoterapi, enfeksiyon veya travmaya bağlı olarak gelişebilir. Meme kanseri gibi bazı kanserlerin tedavisi için lenf düğümlerinin alınması daima lenfödem riski taşır. Lenf nodülü çıkarıldıktan sonra radyoterapi yapılırsa lenfödem gelişme riski daha da artar. Bacaktan yapılan ortopedik ve diğer cerrahi girişimler sonrası da lenfödem gelişebilir.

 

 

Lenfödem Evreleri

lenfodem4Lenfödem cerrahi sonrası hemen gelişebileceği gibi ortaya çıkışı 15 yıla kadar uzayabilir. Hafif bulgularla başlar ve hemen daima ilerler Lenfödem üç evreye ayrılır

lenfodem5Evre 1: Geri dönebilen lenfödem evresidir. Geçici şişme görülür. Ödem gün içinde giderek artar, gece istirahattan sonra kaybolur

lenfodem6Evre 2: Kronik geri dönmeyen lenf ödem. Sürekli şişlik, his azalması, ağrı, yanma ve hareket kısıtlılığı ile seyreder.

lenfodem7Evre 3: Lenfostatik Elafantiyazis (Fil Hastalığı). Zaman geçtikçe artan uzuv deformasyonu, önemli ölçüde hareket ve fonksiyon kısıtlanması, ciddi ağrılar olur.

Belirtileri nelerdir?

* Tek taraflı ve bastırınca iz bırakan şişlik

* Bacaklarda ve kolda asimetri

* Ağrısız, ağır gergin ve dolgun kol ya da bacak

* Ciltte katlanma ve kalınlaşma, renk değişikliği

* El veya ayaktan başlayıp yukarı doğru ilerleyen ödem

* Zamanla eklem hareketlerinin de etkilenmesi

* Kolay enfeksiyon gelişimi

Tedavi

Lenfödem şikayetlerinin başlamasından tedavisine kadar geçen süre genellikle uygun tedaviyi bulamama, bilgi eksikliği, veya yanlış bilgilendirme yüzünden uzun sürmektedir. Bu da tedavide gecikmelere sebep olmaktadır. Lenfödemin tedavisi kompleks boşaltıcı fizyoterapi ile yapılır. Bu yöntemde hastalara tamamen elle yapılan özel bir lenf drenaj masajı ve sonrasıda yine sadece lenfödeme özel bandajlarla yapılan kompresyon tedavisi uygulanır.

lenfodem8lenfodem1

 

Çok hafif basınçla dokuya uygulanan manuel lenf drenajı lenf damarlarının dolmasını sağlamakta, lenf damarlarının gevşeme ve kasılmasını geliştirmektedir. Tedavi bitiminde hastaya uygun basınçta bası giysisi verilir. Bu tedavi tutulan kol veya bacağın hacmini azaltır, lenf dolaşımını sağlar. Lenfödem tedavisinde kullanılan bandajlamanın özelliği; kas aktivitesi sırasında yüksek basınç ve kas istirahatı sırasında düşük basınç uygulaması ile lenf sıvısının etkilenmiş uzuvda tekrar birikmesini önlemesidir. Bu tedaviler fizyoterapist tarafından belirlenen özel egzersiz programları ile desteklenir. Tedavi ortalama 3-5 hafta sürmektedir. Birey hergün tedaviye alınır.

 

                                        Tedavi Öncesi                                                                                            Tedavi Sonrası

lenfodem2

Bu tedaviler sonucunda hastaların büyük bir bölümünde lenfödem tamamen iyileşmekte, kısmen gerilemekte yada ilerleme önlenebilmektedir. Tedavisiz kalan vakalarda lenfödem telafisi imkansız komplikasyonlara sebep olabilmektedir.

Romatolojik hastalık (iltahaplı Romatizma)  ne demektir?

Romatolojik hastalıklar, halk arasındaki adıyla iltahaplı romatizmalar genellikle eklemleri tutan bazen iç organ tutulumu da yapabilen ve temelde bağışıklık sistemindeki  tam açıklanamayan bir bozukluktan (otoimmun) kaynaklanan hastalık grubu olarak bilinir. Sayı ile değerlendirlidiğinde aslında kısıtlı sayıda hastalıkdan bahsedilebilir. Bununla beraber aynı romatolojik hastalığın ortaya çıkışı çok farklı klinik tablolar şeklinde olabilir. Aslında kireçlenmeler yani artoz da bu grubu dahil edilmekle beraber ortay çıkış mekanizması bahsi geçen otoimmun sistem kaynaklı romatizmalardan oldukça farklıdır.

Romatolojik hastalıkların sebebi nedir?

Bu grup hastalıkların sebebi tam olarak anlaşılamamıştır. Genetik bir bireysel yatkınlık zemininde çevresel faktörlerin etkisile ortay çıktıkları düşünülmektedir. Örneğin bazı romatolojik hastalıklar aynı aile fertlerinde ortaya çıkma oranı yüksektir. Bununla beraber ikiz kardeşlerin birinde hastalık ortaya çıkarken diğerinde ortaya çıkmayabilir. Bu da olayın tamamının genetikle açıklanmayacağını göstermektedir. Burada bir ajan (genellikle virüsler sorumlu tutulmaktadır) vücudun bir şekilde kendi eklemlerine  ve dokularına zarar veren bazı maddeler üretmesine sebep olmaktadır. Nitekim bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar iltahaplı romatizmaların semptomlarını düzeltmektedir.

En sık karşılaşılan romatolojik hastalıklar hangileridir?

Aslında bu grupta iki temel hastalık başı çekmektedir; romatoid artrit ve ankilozan spondilit. Bu iki hastalık neredeyse romatoloji pratiğinin %80 ‘ inden fazlasını kapsamaktadır. Yine sedef artriti (psoriyatik artrit) ve sjogren sendromu, gut göreceli sık karşılaşılan diğer iltahaplı romatizmalardır. Bunların dışında diğer spondilopatiler (iltahaplı omurga romatizmaları); iltahaplı barsak hastalığına bağlı spondilopatiler , psoriyatik spondilopatiler de daha seyrek olarak görülür.Çocukluk çağında görülen juvenil artritlerde sık değildir. İç organ tutulumu ile seyredebilen sistemik  lupus eritomatozus,sitemik skleroz, vaskulitler (Behçet hastalığı) daha nadir rastlanan ilthaplı romatizma türleridir.

İltahaplı romatizma hastalarını hangi doktorlar tedavi edebilir?

Bu grup hastaları romatoloji ve fizik tedavi doktorları tedavi edebilir.  Romatoloji doktoru fizik tedavi yada dahiliye uzmanlığı üzerine 2 yıl üst ihtisas yapmış doktordur. Yani romatoloji doktorlarının bir kısmı fizik tedavi bir kısmı dahiliye kökenli doktorlardır. Son 15-20 yıla kadar romatolojik hastalıklar ülkemizde fizik tedavi uzmanları tarafından tedavi edilmiştir. Çünkü romatolojik hastalıkların tedavisi bu branşın asistanlık eğitiminin bir parçasıdır. Yıllar içinde romatoloji uzmanlarının sayısı arttıkça fizik tedavi uzmanlarının bir kısmı  bu grup hastalarla daha az ilgilenmeye başladılar.Bununla beraber bazı fizik tedavi uzmanları ise bu grup hastaları tedavi etmeye devam ettiler. Sağlık Bakanlığı da bu gerçeği bildiğinden üst ihtisas yapmamış fizik tedavi uzmanlarına da romatolojik hastalıkları tedavi etmekte kullanılan nerdeyse tüm ilaçları reçete etme yetkisi vermiştir. Dolayısıyla hem özel hem de devlet ve üniversite hastanelerinde romatolojik hastalıklar  güncel literatürü takip eden fizik tedavi uzmanları tarafından başarılı bir şekilde tedavi edilmektedir.

Romatolojik hastalıkların tedavisi sadece ilaç mıdır?

Romatolojik hastalıkların tedavilerinde ilaçlar şüphesiz çok önemlidir. Özellikle son 10 yıldır biyolojik ajan tedavilerinin gelişmesine paralele olarak tedavi alternatiflerimiz artmıştır. Bununla beraber egzersiz, doktorların genel olarak pek önemsemediği ama aslında bu grup hastalar için hayati önem taşıyan bir tedavi silahıdır. İlaçlar eklemdeki iltahabı geriletebilirler ama eklemdeki deformitelerinin düzeltilmesi,eklemlerin fonksiyonlarının geri kazandırılmasındaki etkileri sınırlıdır. Bu nedenle bu hastalara deformite önleyici ve koruyucu egzersiz programı mutlaka verilmelidir.

Romatolojik hastalıklar kronik ve sakatlayıcı hastalıklar olduklarından erken tanı konmalı, uygun ilaç tedavisi başlanmalı ve mutlaka koruyucu egzesiz programı verilmelidir.

EMG Elektormyografi

EMG Çekimi Nedir ?

EMG yani elektormiyografi sinir sitemi ve kas hastalıklarının tanısını koymak için kullanılan ve özel bir cihaz yardımı ile gerçekleştirilen bir tanı yöntemidir. EMG testinin tarihi nerdeyse 100 yıl öncesine dayanmaktadır. Son 20-30 yılda, eskiden yapılan basit sinir ve kas ölçümlerine modern tıbbın gelişimine paralel olarak çok sayıda yeni test eklenmiştir. Tetkik artık otomatik cihazlar ile eskiye oranla çok daha kısa sürede yapılabilmektedir.

EMG nasıl yapılır?

EMG temel olarak iki ana incelemeden oluşur. Sinir iletim incelemeleri ve iğne EMG si. Bu testlerde kendi aralarında farklı testleri içerir. EMG çekimini yapan doktor hangi hastaya hangi testlerin yapılacağına karar verir. İğneli test her hastaya uygulanmamaktadır. Sinir iletimleri incelemesi düşük voltajlı ve çok kısa süreli elektriksel uyarımlar la gerçekleştirilir. Temel olarak sinirdeki elektrik akım hızını ölçme işlemlerinin tamamına denir. Bu sayede hareket ve duyu sinirlerinin fonksiyonları test edilir. İğne EMG’si ise kasların ince bir iğne elektrod batırılmak suretiyle incelediği hem kasın kendisi hem de o kası çalıştıran sinir yapıları hakkında bilgi veren bir testtir.

EMG çekimini hangi doktorlar yapabilir?

EMG çekimleri bu konuda eğitim almış fizik tedavi yada nöroloji uzmanları tarafından gerçekleştirilir. EMG cihazı ile yapılan çok fazla sayıda test mevcuttur. Dolayısıyla  bu testlerin büyük kısmını gerçekleştirebilmek için uzman doktorun ihtisas üzerine en az 2-3 yıl  kadar eğitim almış olması gereklidir. Bazı hastanelerde EMG testlerinin bir bölümü teknisyenler tarafından gerçekleştirilmektedir. EMG çok dinamik bir test olduğundan başında doktor olmadan teknisyenin EMG çekimi yapması son derece sakıncalıdır.

EMG testini hangi doktorlar ister?

EMG istemi sıklıkla fizik tedavi, nöroloji ve beyin cerrahi uzmanları tarafından yapılır. Bununla beraber diğer uzmanlarda sık olmamakla beraber EMG testi isteyebilir.

EMG tanıya nasıl yardımcı olur?

EMG bir çok sinir ve kas hastalığında direk olarak tanıyı koyar. Bazen ise tanıyı doğrulamak yada desteklemek için kullanılır.

EMG hangi hastalıkların tanısını koymak için istenir?

EMG testi bel ve boyun fıtıklarında , kas hastalıkları (myopati, muskuler distrofiler), sinir hastalıkları, sinir sıkışmaları, sinir kesilmeleri,  siyatik sinir zedelenmelerinde, sinir kas geçişi hastalıkları, omurilik hastalıklarında, yüz felci ve diğer bazı sinir felçleri, sebebi bilinmeyen kas güçsüzlüklerinde,el ayak uyuşmalarında, diyabette ortaya çıkan sinir hasarında sıklıkla EMG testi istenir.

EMG testi ile tanısı konabilen hastalıklar

Polinöropatiler (çoklu sinir ucu iltahaplari, Gullian Barre ve polinöropatiler) Karpal tünel sendromu (bilekte sinir sıkışması)
Ulnar oluk sendromu (dirsekte sinir sıkışması)
Bel ve boyun fıtıklarına bağlı kök basıları
Sinir sıkışmaları (tuzak nöropatileri) Doğum sırasında bebeklerde ortaya çıkan sinir zedelenmeleri
Sinirlerin  yaralanma,ezilme ve kopmaları
Seker hastalığına bağlı sinir tutulumları (polinöropatiler)
Motor nöron hastalıkları (ön boynuz, amyotrofik lateral skleroz)
Doğuştan ve sonradan olan kas hastaliklari: Myopatiler, Muskuler distrofiler
Boyunda sinir sıkışmaları (torasik çıkış) sendromlari
Beyin omurilik hastalıkları( Multipl skleroz vb) (uyandırılmış potansiyeller SEP,VEP,BAEP Kullanılır)

EMG Çekimi ne kadar zaman alır?

EMG dinamik bir testtir. Doktor duruma göre tetkiki uzatabilir ve ek incelemeler yapabilir. Bu nedenle hastalığa bağlı olarak 5 dakika ile 1 saat arasında sürebilir. Basit bir sinir sıkışması 5-10 dakikada biterken ön boynuzu hastalığında tetkik 1 saate kadar uzayabilir.

EMG çekimi can yakıcı bir test mirdi?

Bu konuda EMG’yi çeken doktorun tecrübesi son derece önemlidir. Tecrübeli bir uzamanın elinde EMG acısız bir test iken aksi durumda test hasta için can sıkıcı olabilir. Elektrik akımı ile yapılan test çocuklarda bile rahatça yapılabilmektedir. İğneli kısım her hastaya gerekemese de dikkatli yapıldığı sürece hasta için zor bir test değildir.

YAŞLIDA DÜŞME KADER DEĞİLDİR 

Düşme her yaşta görülebilirse de yaşlı nüfusta görülme sıklığı oldukça yüksektir. Genç insanlarda düşme genelde sorun yaratmazken yaşlı bir hastada düşme kalça kırığı gibi çok önemli ve sakatlayıcı sonuçlar doğurabilmektedir.

Yaşlı hastalarda düşmenin çok fazla sebebi olabilir. Beynin arka bölümüne az kan gitmesi ve iç kulak rahatsızlıklarına bağlı ortaya çıkan baş dönmesi ve dengesizlik, yaşa bağlı kas güçsüzlüğü, dizlerde kireçlenme, belde kanal darlığı, felçler en sık karşılaşılan sebeplerdir. Ayrıca yaşlılarda çok fazla ilaç kullanımı da düşmelerden sorumlu olabilmektedir. Bazen tek bir hastalık ama çoğunlukla bu saydıklarımızın bir kaçı aynı anda düşme sebebi olabilmektedir.

Yaşlı hastalarda düşme sonrasında en sık karşılaşılan davranış şekli bir daha düşerim korkusu ile günlük aktivitesini azaltmaktır. Bu hastalar düşme korkusu ile sokağa çıkmaktan çekinir ve kendilerini eve hapsederler. Bu aslında hastayı düşmekten korumaz, aksine hareketsizlik nedeni ile kasları daha da güçsüzleşen hasta evde de düşmeye başlar.

Düşmenin kalça kırığı ,omurga kırığı gibi hastayı yatağa bağlayıcı komplikasyonları düşünüldüğünde yaşlılarda düşmenin tedavi edilmesi gerektiği açıktır. Yaşlılarda düşme konusunda en yanlış bilinen şey bu hastaların tedavi edilemeyeceği ve bununla yaşamaları gerektiğidir. “Yaşlıdır düşer” deyip tedavi olarak hastanın düşebileceği aktiviteleri kısıtlamak yapılabilecek en önemli yanlıştır.

Düşmeleri önlemek için ne gibi tedaviler uygulanmalıdır?

Tedavinin birinci aşaması düşmenin sebebine yönlendirilmeli ve asıl sebep ortadan kaldırılmaya çalışılmalıdır. İç kulaktaki kristal oynamasından kaynaklanan pozisyonel vertigo sık karşılaşılmakla beraber tedavisi en çok ihmal edilen guruptur. Bu hastalarda baş dönmesi başın hareketleri ile etkilenir. Gece yatakta dönerken, ayakkabılarını bağlarken yada yukarı bakmak gibi boyun baş hareketi gerektiren durumlarda hastanın baş dönmesi başlar. Özel bir muayene yöntemi ile tanısı hiçbir cihaza gerek kalmadan muayene masasında konabilir ve yine aynı ortamda birkaç dakikalık basit bir manevra ile tedavi edilir. Beyine giden kan akımı azsa genelde beyin dolaşımını artırıcı ilaçlar kullanılır. Dizde kireçlenme ve belde kanal darlığı varsa dizden kortizon ve PRP tedavileri, belden fizik tedavi uygulanmalıdır. Yine özellikle diyabetik nöropatilerde ilaçlar ve kan şekeri kontrolü önemlidir. Ayrıca yaşlılarda çok sık gördüğümüz gereksiz çok sayıda ilaç kullanımı önlenmelidir.

Tedavinin ikinci aşaması ve daha önemli kısmı ise egzersizdir. Hastayı gerçek anlamda düşmelerden, dolaysıyla kırıklardan koruyacak tedavi egzersizdir. Egzersizler iki temel şekilde uygulanır. Birincisi bacak kaslarını kuvvetlendirme diğeri ise bilgisayar destekli özel denge egzersizleridir. Egzersizler genelde haftada 2-3 gün 1 saatlik program şeklinde uygulanır. Güçlendirme egzersizleri fizyoterapist gözetiminde ağırlık torbaları ve özel lastiklerle uygulanır. Denge egzersizleri hem statik (ayakta sabit dururken) hem de dinamik olarak hareketli zeminde çalışılır. Hasta bilgisayar destekli bu sistemler ile bir ekran karşısında fizyoterapist tarafından çalıştırılmaktadır. Bu sistemler hastanın dengesi çok hassas bir şekilde tespit etmekte ve hasta ona göre çalıştırılmaktadır. Araştırmalar bu tip denge egzersizlerinin hastanın dengesini ilerletip düşmeleri önlediğini, en azından ciddi bir şekilde azalttığını göstermektedir. Hastalar ayrıca ev egzersiz programına devam etmelidir. Bu hastalar günlük yaşamında hareket için teşvik edilmeli ve cesaretlendirilmelidir.

Yaşlılarda düşmenin büyük oranda tedavi edilebilir durumlar olduğu unutulmamalı ve bu hastalar kaderlerine terk edilmemelidir.

Prof.Dr.Cengiz Bahadır

İDRAR KAÇIRMA ŞİKAYETİNDE MANYETİK STİMULASYON TEDAVİSİ

Mesane, yani idrar torbası böbreklerden süzülen zararlı maddelerin su ile beraber atılarak idrar halinde depolandığı vücut bölümüdür. Böbreklerden süzülerek gelen idrar mesaneye boşalır ve idrar belli bir seviyeye ulaştığında mesane çeperi gerilerek omurilikteki merkezleri uyarır. Belli bir basınca kadar mesane ağzının kasılması ve mesane kasının gevşemesi sayesinde idrar tutulur. İdrar hacmi çok arttığında ise beyin kontrolünde mesane kası kasılır ve mesane ağzındaki kas gevşeyerek idrar yolunu açar ve işeme gerçekleşir. Sağlıklı bir şekilde idrar yapabilmek için bu sistemlerin hepsi uyum içinde çalışmalıdır.

Cinsiyet organlarındaki farklılıklar nedeniyle kadın ve erkek mesanesinin konumu itibarı ile bazı farklılıkları vardır. Ayrıca kadınlarda anatomik olarak idrar borusu erkeklere oranla daha kısadır ve idrar yaparken mesanede bir miktar aşağı doğru hareket oluşur.

İdrar kaçırma (inkontinans) nedenleri nelerdir? 

Kadınlarda idrar kaçırmanın çok sayıda nedeni vardır. En sık sebepler mesanenin enfeksiyonları (sistit), zor doğumlar, çok sayıda doğum yapmak, menapoz sonrası rahim sarkmaları, mesane taşları, rahim ve diğer genital organlardan geçirilen operasyonlar sayılabilir. Ayrıca sinir sistemi kaynaklı felçler, Alzheimer ve demans gibi hastalıklar da sık rastlanılan idrar kaçırma nedenleri arasındadır. Yine şeker hastalığı, obezite de idrar kaçırma nedeni olabilir. Özellikle yaşlı hastalarda kas gevşeticiler, idrar söktürücüler, sinir sitemine etkili ilaçlar, tansiyon ilaçları da idrar kaçırma nedeni olabilir.

Bu idrar kaçırma nedenleri arasında sık rastlanılan zor doğumların ayrı bir önemi vardır. Uzamış zor doğumlar sırasında mesaneyi yerinde tutan kaslarda küçük yada büyük yırtıklar oluşabilmektedir. Bu tip durumlarda mesane doluyken hapşırma, öksürme ve ağır bir yük kaldırma ile idrar kaçırma oluşur ki bu duruma stres inkontinansı denir. Bu durum ilerlerse mesane tam dolu değilken bile idrar kaçırma olabilir.

Birde “urge inkontinans” değimiz bir diğer sık rastlanılan idrar kaçırma şekli vardır. Bu durumda hasta idrarının geldiğini hisseder ama tuvalete gidene kadar bir miktarını kaçırır. Bu durum genelde sistit gibi kronik mesane enfeksiyonlarında ve diğer genital sistem rahatsızlıklarında görülebilir. Bazen bir neden tespit edilemeyebilir.

İdrar kaçırma nasıl tedavi edilmelidir?

İdrar kaçırmanın başarılı bir şekilde tedavi edilmesi için kaçırmanın nedeninin tam olarak ortaya konması gerekir. Çoğu hastada hastanın şikayetlerinin dinlenmesi bile tanı için yeterli olabilir. İdrar yolları ultrason incelemesi, idrar testi de ayırıcı tanıda yardımcı olabilir. Zor olgularda ise ürodinami olarak adlandırılan ve idrar kaçırmadaki bozukluğu tam olarak ortaya koyabilen özel bir test uygulanmaktadır. Gerekli testlerle idrar kaçırmanın sebebi ortay konduktan sonra tedaviye geçilebilir.

İdrar kaçırma tedavisinde egzersiz, manyetik kas stimulasyonu, ilaç tedavisi ve son olarak çeşitli ameliyat yöntemleri uygulanabilir.

Egzersiz 

Tedavinin olmazsa olmazıdır. Hastaya deneyimli bir fizyoterapist tarafından pelvik taban kaslarını nasıl kullanması gerektiği öğretilir. Yaptırılan özel egzersizler ile idrar tutmaya yardımcı kasların gücü artırılır. Hasta bu egzersizleri evinde de kendi uygulamaya devam eder. Egzersiz tedavisinin tek olumsuz yanı hastada belli bir bilinç düzeyi gerektirmesidir. Yani Alzheimer’li ve felçli hastalarda uygulanması zordur. İlaç ve manyetik stimülasyon tedavisi ile kombine olarak kullanılabilir.

Manyetik Pelvik Taban Stimulasyonu

Bu yeni yöntemde özel bir cihaz ile pelvik taban kasları manyetik akım ile uyarılır. Bu sistemde hasta içine manyetik koil yerleştirilmiş özel bir koltuğa oturur. Hastanın kıyafetlerini çıkarmasına gerek olmayıp günlük kıyafetleri ile oturabilir.Uygulanması son derece kolay ve ağrısızdır. Manyetik stimulasyon uygulandığında hasta pelvik kaslarının kasıldığını hisseder. Haftada 2-3 kez 20 dakika süreyle uygulanır. Hastanın klinik durumuna gire 15-20 seans yeterli olur. Duruma göre seansların arası açılarak daha uzun süreler de uygulanabilir. Bu yöntem idrar tutmayı sağlayan kasların güçlenmesine sebep olarak idrar kaçırmayı tamamen ortadan kaldırabilir yada azaltır. Bir çok bilimsel çalışma ile yöntemin etkinliği ispatlanmış olup ABD’de FDA tarafından da onaylanmıştır. Yalnız tek başına değil mutlaka pelvik taban egzersizleri ile beraber uygulanmalıdır.

Manyetik Pelvik Taban Stimülasyonu hangi hastalarda kullanılabilir ?

Zor doğum yada çok sayıda doğuma bağlı olarak pelvik taban kasları zayıflayan ve stres inkontinansı olan hastalar, urge inkontinans vakaları, ameliyat olamayacak hastalar bu yöntemden çok fayda görebilir. Erkeklerde prostat operasyonu sonrasında görülen idrar kaçırma şikayetlerindede yöntemin etkinliği gösterilmiştir.

Manyetik Pelvik Taban Stimülasyonu Tedavisinin yan etkisi var mıdır?

Yapılan çalışmalarda herhangi bir yan etki gözlenmemiştir.

İlaç Tedavisi
Uygun hastalarda bazı ilaçlar ile idrar inkontinansı kısmen azaltılabilir. İlaç tedavileri özellikle stres ve urge inkontinans vakalarında etkilidir. İlaç tedavisi uygun hastalarda manyetik stimulasyon ve egzersiz tedavileri ile kombine edilmelidir.

Cerrahi Tedavi

Bu  tedavi yöntemleri ile şikayetleri azalmayan hastalarda cerrahi yöntemler uygulanabilir. Son yıllarda daha basit yöntemler geliştirilmiş olup uygun vakalarda başarılı sonuçlar alınmaktadır.

 

İlerleyen protez biyomekanikleri ve gelişen  cerrahi  teknikler sayesinde günümüzde özellikle kalça ve diz protez operasyonları çok sık yapılmaktadır. Kalça ve diz protezlerinin başarı oranları yüksektir. Bununla beraber daha seyrek yapılan omuz protezi operasyonlarında sonuçlar kalça ve dizdeki kadar başarılı değildir.

Protez operasyonları ne zaman yapılmalıdır?

Protez operasyonunun zamanı kişiye ve hastalığın derecesine göre değişmektedir. Hastanın bozulan eklemi dolayısıyla yaşam kalitesi çok etkilenmemişse genellikle 65 yaşından önce operasyon önerilmez. Hasta ömrü boyunca o protez ile yaşayacağından operasyonunun geri dönüşü mümkün değildir. Bu nedenle hasta seçimi son derece iyi yapılmalıdır. Hastanın o eklemi için alternatif tedavilerin tamamı denenmiş olmalıdır. Öte yandan denenen tüm tedavilerin başarısız olduğu ve mutlak protez gereken bir hastada protezi geciktirmenin de bazı sakıncaları vardır.  Yaş ilerledikçe kalp tansiyon gibi diğer sistem hastalıkları ortaya çıkabileceğinden yada var olanlar ilerleyebileceğinden ameliyatın komplikasyon oranı  artar ve başarı oranı düşer.

Takılan protezin ömrü ne kadardır?

Başarılı bir kalça-diz protezi operasyonu geçiren kişiler bu protezleri aktivite derecesine bağlı olarak 15-25 yıl kullanabilir. Özelikle genç hastalarda yapılan protezler bu kişilerde aktivite oranının yüksek olmasına bağlı olarak daha kısa sürede gevşeyebilir. Bu durumda hastanın tekrar revizyon cerrahisine  gitmesi ve mümkünse protezin değiştirilmesi gereklidir. Bu ikinci ameliyatlarda ise başarı oranı daha düşüktür.

Protezin başarısını belirleyen faktörler nelerdir ?

Bir protez operasyonunun başarısını etkileyen faktörler; doğru hasta seçimi, uygulanan cerrahi teknik, hastaya protez operasyonu öncesi ve sonrası uygulanan fizik tedavi rehabilitasyondur.

Günümüzde artık protez operasyonuna hangi hastaların  gitmesi gerektiği üç aşağı beş yukarı bellidir. Cerrahi teknikler de artık ilerlemiştir ve bu operasyonlar asistan düzeyinde bile yapılabilmektedir. Dikkat edilmesi gereken ve en çok ihmal edilen nokta ise ameliyat öncesi ve sonrası fizik tedavi rehabilitasyondur.

Ameliyat öncesi ve sonrası fizik tedavi rehabilitasyon neden gereklidir?

Kalça yada diz protezi düşünülen hastalarda  eklemler ağrı ve deformite nedeniyle az kullanıldığından  o eklemi çalıştıran kaslar zayıflamıştır. Eklem hareketleri de genelde gelişen ikincil yumuşak doku problemleri nedeniyle kısıtlanmıştır. Eğer hasta bu halde fizik tedavi rehabilitasyon programına alınmadan operasyona giderse yapılan protez sadece ağrılarını giderir ve takılan protez eklemi etkili ve verimli bir şekilde kullanamayabilir. Halbuki operasyon öncesi uygulanan 15 seanslık bir fizik tedavi rehabilitasyon programı ile sertleşmiş dokular gevşetilir, eklem hareketleri mümkün olduğunca açılır ve kaslar kuvvetlendirilir. Bu özellikle normale yakın hareket açıklığı beklenen kalça protezi operasyonlarında daha da önemlidir.

Protez operasyonları büyük operasyonlardır ve mekanik eklemi yerleştirirken bir çok dokuya zarar vermek kaçınılmazdır. Ameliyat sırasında bazı kaslar, bağlar, tendonlar ve damarlar kesilir. Operasyon sonrası hastanın eklemi ödemli , şiş, ağrılı ve kısıtlıdır. Operasyon sonrası takılan mekanik eklemi etkili kullanabilmenin tek şartı  bu aşamada yapılacak fizik tedavi rehabilitasyondur. Takılan mekanik eklemin stabilitesi, ömrü ve normal eklemin biyomekaniklerine yakın bir şekilde kullanılması için hastanın eklem hareketlerinin açılması ve kaslarının eski gücüne getirilmesi şarttır. Protez takılan bir hastaya ev egzersizleri verip göndermenin modern tıp doktrininde yeri yoktur. Operasyonun bize sağladığı sadece ağrısız bir eklemdir. Bizim istediğimiz ise ağrısız ve fonksiyonel olarak yeterli bir eklemdir. Kalça kireçlenmesi nedeniyle protez operasyonu geçiren bir hasta hala aksayarak yürüyorsa veya  çoraplarını hala başkası giydiriyorsa, aynı şekilde diz protezi takılan hasta hala merdiveni yardımsız  çıkamıyorsa cerrahi teknik ne kadar iyi olursa olsun sonuç fonksiyonel açıdan başarısızlıktır. Bu nedenle protez operasyonu sonrası diz ve kalça eklemine normal hareket açıklığının kazandırılması ve kaybedilmiş kas gücünün tekrar kazandırılması gereklidir.  Yapılan fizik tedavi uygulamaları ve kullanılan bazı cihazlar ile hastanın cerrahiye bağlı olarak ortaya çıkan ağrısı , ödemi giderilir ve eklem hareket kısıtlılığı açılır. Fizyoterapist tarafından yaptırılan egzersizler ile kasları güçlendirilir. Bu amaçla genelde 20-30 seanslık bir fizik tedavi rehabilitasyon programı yeterli olmaktadır. Bu sayede hastanın eklemi hem ağrısız hem de fonksiyonel bir eklem haline gelir. Daha da önemlisi bu uygulamalar ile protezin uzun süreli başarısı artar ve komplikasyon oranı da belirgin bir şekilde düşer.

Bu nedenlerden dolayı hastalar ameliyat sonrası fizik tedavi rehabilitasyon şartlarını sağladıktan sonra operasyona gitmelidir. Hastanede cerrahi sonrası başlanan fizik tedaviye taburcu olunduktan sonra gerekirse evde de devam edilmeli  ve hasta  bir hastaneye yada kliniğe gidip gelebilecek kadar iyi olduğunda ise ayaktan devam edilmelidir.

Ameliyat öncesi rehabiltasyon bazı durumlarda mümkün olmayabilir ama unutulmamalıdır ki ameliyat sonrası rehabilitasyon protez operasyonlarının olmazsa olmazıdır. Kesinlikle ihmal edilmemelidir. Aksi takdirde protez operasyonunun fonksiyonel başarısı büyük oranda olumsuz etkilenecektir.

Boyun Fıtığı Nedir?

Boyun fıtığı omurlar arasındaki kıkırdak diskin ortasında yer alan yumuşak parçanın dış tabakayı yırtarak dışarı taşması sonucu ortaya çıkar. Dışarı çıkan disk materyali omurga kanalının orta kısmından fıtıklaşırsa  omuriliğe, kanalın yanından fıtıklaşırsa kola giden sinirlere baskı yapabilir. Orta bölümden çıkan fıtıklarda hasta ağrıyı boynunda, omuzlarında  ve kürek kemiklerine doğru sırtında  hissedebilir. Yandan olan fıtıklaşmalarda ise hasta kolunda ağrı ve elinde uyuşma hissedebilir. Baskı aşırı olduğunda ise hastanın kolunda güçsüzlük meydana gelebilir.

Boyun fıtığında tanı MR görüntüleme ile kolaylıkla konabilir. İlaç tedavisi, sinir köküne baskı olduğunda ise özellikle kortizon tedavisi yararlı olur. Boyunluk tedavisi şiddetli ağrı dolayısıyla başını taşımakta ve boyun hareketlerinde aşırı ağrısı olan vakalarda kullanılabilir. Hafif vakalarda kaslarda zayıflamaya yol açacağından boyunluk verilmemelidir.  Bu tedavilerin etkili olmadığı vakalarda fizik tedavi ilk seçilecek tedavi yöntemdir. Çoğu vakalarda ilaç tedavisi ve fizik tedavi ile sonuç alınabilirse de bazen düzelme zaman alabilir. Cerrahi nadiren gerekir. Ağrıları tedaviye rağmen şiddetli olan hastalarda daha etkili ve hızlı sonuç veren tedaviler devreye sokulmalıdır. Bunlarında başında, son dönemlerde özellikle bel fıtığında giderek artan kullanımıyla ozon tedavisi gelmektedir.

Ozon  üç oksijen atomundan oluşan bir gazdır. Her ne kadar ozon tedavisi olarak adlandırılsa da aslında uygulanan gaz büyük oranda oksijen ve az miktarda ozon içerir. Ozon son derece etkili bir gaz olduğundan çok küçük dozları bile tedavi için yeterli olmaktadır.

Ozon tedavisi nasıl uygulanır?
Ozon boynun her iki yanındaki kaslara fıtığın olduğu disk seviyesinden iğne ile uygulanır. Özel bir anestezi prosedürüne gerek yoktur. Bu uygulama en az haftada bir en sık gün aşırı olmak üzere 5-10 seans uygulanır. Ağır vakalarda daha fazla uygulama yapılabilir.  Boyun ozon uygulaması bel bölgesi ile kıyaslandığında bazı teknik zorluklar içerir.  Boyun bel bölgesi ile kıyaslandığında göreceli küçüktür ve sinirler cilde daha yakındır. Bu nedenle boyna ozon uygulaması bu konuda tecrübeli hekimler tarafından yapılmalıdır.

Ozon tedavisi hangi tip boyun fıtığı hastaları için uygundur?

Ozon tedavisi teknik olarak bütün boyun fıtığı hastalarında uygulanabilir. Bununla beraber  kronik olmayan yani üzerinden çok zaman geçmemiş, omuza-kola vuran ağrısı ve uyuşması olan hastalarda çok daha hızlı ve başarılı sonuçlar verir.

Ozon enjeksiyonu ağrılı mıdır?

Ozon enjeksiyonu sırasında ince iğne uçları kullanıldığından iğnenin kendisi pek ağrı yapmaz. Bununla beraber hasta uygulanan ozona ait yanma ve ağrı hissedebilir. Kişisel yanıt değiştiği için bunu ağrı derecesini önceden tahmin etmek olası değildir. Bununla beraber enjeksiyon sonu  ağrısı bir kaç dakika içinde çabucak geçer. Uzun süredir bel ve boyun fıtıklarında ozon uygulayan bir hekim olarak ağrı nedeniyle tedaviyi bırakan hastam olmadığını söyleyebilirim.

Boyun Fıtığında Ozon Tedavisinin Etkisi Ne Zaman Başlar?

Ozon tedavisinin en önemli özelliği fıtık ağrısını daha ilk enjeksiyondan hemen sonra  çok hızlı bir şekilde azaltmasıdır. Ağrı azalması bazen 5-6. seanslardan sonraya kadar sarkabilir. Tekrarlayan uygulamalarla hastanın şikayetleri hızlı bir şekilde azalarak geçer.

Ozon tedavisi, yan etkisinin yok denecek kadar az olması ve son derece hızlı etki göstermesi nedeniyle özellikle tecrübeli ellerde boyun fıtığı tedavisinde konservatif tedavilere  güçlü bir alternatif olmuştur.

KALP HASTALARI EGZERSİZDEN KORKMASIN 

KALP HASTALIKLARINDA REHABİLİTASYON 

Eskiden enfarktüs yada by pass geçiren hastalar birkaç aya kadar uzayan yatak istirahatine alınıyordu. Bu hastalar geçirdikleri kalp rahatsızlığının tekrar etmesinden korktukları için pasif ve hareketsiz bir yaşamı tercih ediyordu. Bu hareketsizlik depresyon, içe kapanma, sosyal izolasyon gibi kişinin yaşam kalitesini son derece olumsuz etkileyen sonuçları da beraberinde getiriyordu.  Ama sonraları hareketsiz bir hayatın ikincil kalp olaylarından korumadığı ve erken hareket eden hastaların günlük yaşamlarına daha kolay uyum gösterdikleri, komplikasyonlara daha az maruz kaldığı gözlenmiştir. Bu yönde yapılan bilimsel çalışmalar bu hastalardaki asıl tehlikenin hareket değil hareketsizlik olduğu ve kontrollü bir şekilde yapılan egzersizlerin kalp sağlığına çok olumlu etkileri olduğunu göstermiştir. Bu gelişmeler paralelinde kalp hastaları sonrası egzersiz temelli kardiyak rehabilitasyon kavramı doğmuştur. 

Kardiyak  Rehabilitasyon Nedir? 

Tanım olarak kardiyak rehabilitasyon kalp ve damar hastalığı olan kişilerin maksimal fiziksel, psikolojik ve fonksiyonel kapasiteye ulaştırılması amacı ile uygulanan işlemlerin tamamıdır.Günümüzde gelişmiş batı ülkelerinde kardiyak rehabilitasyonun önemi anlaşılmıştır ve yaygın olarak uygulanmaktadır. Hatta bazı ülkelerde by pass cerrahisi sonrası kardiyak rehabilitasyon zorunlu hale getirilmiştir. Ülkemizde de sağlık bakanlığının teşviki ile bu konunun önemi giderek daha iyi anlaşılmaktadır. 

Hangi Hastalarda Uygulanır?  

Kardiyak rehabilitasyon koroner arter hastalığı olan kişilerde, miyokard infarktüsü, koroner arter by-pass cerrahisi sonrası, kalp yetmezliği ve hipertansiyon varlığında, kalp pili sonrası, kalp kapak hastalıklarında, kalp nakli sonrası gibi birçok kardiyak durum ve hastalıkta uygulanmaktadır. 

Kardiyak rehabilitasyonun amacı nedir ? 

Kardiyak rehabilitasyon kalp hastalığı yada cerrahisi nedeni ile fiziksel, ruhsal ve sosyal olarak kısıtlanan hastanın işine ve sosyal hayatına geri dönebilmesi, fonksiyonel düzeyinin geliştirilmesi, semptomatik iyileşmesinin sağlanması, hastanın endişe ve depresyonun giderilmesi, sosyal hayatına geri dönüşünün sağlanması ve hastanın yaşam süresinin uzatılması amaçlanır. 

Kardiyak rehabilitasyon programları ile kalp hastalıklarına bağlı ölüm oranlarında ve ikinci enfarktüs riskinde %30 lara varan azalma olduğu bilimsel araştırmalar ile gösterilmiştir. 

Kalp hastalarında egzersiz nasıl uygulanır?

Kardiyak rehabilitasyon programına alınacak hasta kardiyoloji uzmanı tarafından dikkatlice değerlendirilir. Bu hastalara düşük düzeyli eforlu EKG çekilerek kardiyak durumu belirlenir. Risk durumuna göre fizik tedavi uzmanı tarafından o kişiye özel egzersiz programı belirlenir. Hastalar kişiye özel belirlenen kalp hızında yapılan aerobik egzersizlerin yanısıra solunum, postür, gevşeme ve hafif düzeyde kas kuvvetini artıran egzersizler programına alınırlar. Hastalara genellikle gün aşırı olarak bir iki ay kadar bu programa devam ederler. Aerobik egzersizler bu iş için geliştirilmiş olan ve hastanın EKG sini, kalp ritmini, kan oksijen düzeyini ve tansiyonunu izleyen bilgisayar kontrollü çok gelişmiş egzersiz cihazları ile yapılır. Bu cihazlar ile kişinin tedavi  öncesi ve tedavi sonu arasındaki gelişimi çok detaylı bir şekilde gösterilebilmektedir.

Kardiyak rehabilitasyonla kazanımlar nelerdir

Genel kondüsyon artışı, aynı iş yükünde kalp hızında azalma, tansiyonda düşme, kalp kasının kasılma gücünde artış, oksijen tüketiminde ve egzersiz kapasitesinde artış, kalp kası dolaşımında artış, vücut yağ oranında azalma, kan kolesterol ve trigliserid düzeyinde azalma, aterosklerozun azalması, psikolojik durumda düzelme sağlanır.

Kardiyak rehabilitasyon programı SGK ve özel sağlık sigortaları tarafından karşılanmakta olduğundan hastalara mali bir yük  getirmemektedir.

Bütün araştırmalar egzersizin gerçekte kalp için en iyi ve en doğal ilaç olduğunu desteklemektedir. Kontrollü bir şekilde yapılan egzersiz programı kalp hastalığına ait hemen tüm parametrelerde belirgin düzelme yapmaktadır. Ve en önemlisi sakatlık ve ölüm riskini belirgin azaltmaktadır. Kardiyak rehabilitasyon programı ile kalp hastalığı olan kişiler izole olmaktan, sosyal hayattan çekilmekten ve aktivite kısıtlamasından kurtarılabilirler. Bu sayede kalp hastalarının yaşama tekrar katılmalarını sağlamak ve yaşam sürelerini daha kaliteli bir biçimde uzatmak mümkün olmaktadır. Bu nedenle kalp hastalarının egzersizden korkmaması ve mutlaka bu tip bir programa dahil olmasını öneriyoruz.

Koah Nedir?

Kronik akciğer hastalıkları toplumda en sık karşılaşılan hastalıklardan biridir. KOAH yani  kronik obstruktif akciğer hastalığı (kronik bronşit, amfizem, astım)  halk dilindeki adıyla “kronik bronşit”, “müzmin bronşit” akciğerlerdeki bronşların daralmasına bağlı olarak soluk alıp verme sırasında hava akımının kısıtlanmasına yol açan süregen bir  hastalıktır. Kronik obstruktif akciğer hastalığı ölüm nedenleri arasında beşinci, uzun süreli özürlülük nedenleri arasında ikinci sıradadır. Özellikle sigara tiryakiliği KOAH’ın  en önemli sebeplerinden biridir. Kistik fibroz hastalığı ise konjenital bir rahatsızlıktır. Doğumdan itibaren akciğerlerin temiz kalmasını sağlayan salgı bezlerinin ince ve akışkan olan sıvısı, kistik fibrozis hastalarında daha fazla yoğunlaşarak akıcılıkları azalır. Akciğerde balgam ve diğer sekresyonları çıkarmayı güçleştiren bu durum, küçük hava yollarının tıkanmasına yol açar. bronşların tıkanması da solunum zorluğu, öksürük, hırıltı, zatürre, bronşit gibi hastalıklara neden olur.

Bu hastalar sürekli ilaç kullanmalarına rağmen etkileri sınırlıdır. Son yıllarda bu hastalarda ilaç tedavilerine ek olarak pulmoner rehabilitasyon (solunum rehabilitasyonu) çalışmalarına ağırlık verilmeye başlanmış ve bunun sonucu olara yeni tedaviler geliştirilmiştir.

Pulmoner rehabilitasyon kronik akciğer hastalığı olan kişilerde fonksiyonel kapasiteyi maksimuma çıkarmak için uygulanan ilaç dışı tedavilerin tamamını içerir.  Bu hastalarda hava yolunun kronik kısıtlanmasısolunum sıkıntısı, endişe, korku ve kronik yorgunluğa yol açmaktadır. Yeterli oksijen alabilme çabası solunum kaslarını aşırı yorarak kişiyi halsiz ve güçsüz bırakır. Solunum sıkıntısı hastanın günlük aktivitesini azaltarak, genel egzersiz kapasitesini düşürür ve günlük yaşamında bağımlılık yaratır. İlaçların etkilerinin sınırlı olduğu bu gibi durumlarda  pulmoner rehabilitasyon uygulamaları devreye girmektedir.

Sıklıkla kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) olanlar pulmoner rehabilitasyon programına alınmakla birlikte diğer sık görülen astım, kistik fibrozis, bronşektazi ve diğer bir çok kronik akciğer hastalığı da bu programa alınabilir.

Bilimsel araştırmalar pulmoner rehabilitasyonun kronik solunum sıkıntısı olan hastaların günlük yaşantıları içerisinde hareketlilik düzeylerini artırdığını ve en önemlisi solunum sıkıntısı (dispne) ataklarını ve hastaneye yatış sıklığını ve süresini belirgin biçimde azalttığını göstermiştir.

Nasıl yapılır?

Göğüs hastalıkları uzmanı tarafından değerlendirilen ve pulmoner rehabilitasyon gerekli görülen hastaya ilk olarak solunum fonksiyon testi ve aerobik egzersiz testi yapılır. Hastaya solunum fizyoterapisti tarafından çeşitli fiziksel terapi yöntemleri (etkili öksürme, bronşiyal hijyen, bronşiyal drenaj, postüral drenaj) uygulanır ve solunum ve gevşeme teknikleri öğretilir. Bunlara ek olarak hastanın solunum fonksiyonları düzeyine göre solunum kas gücünü ve genel vücut kondüsyonunu artıran egzersiz programı verilir. Hastalara her gün yada belli aralıklarla gelinen 30 seanslık bir program uygulanır.  Bu programın tüm aşamalarında hasta kontrol altında tutulur ve egzersizleri bu iş için geliştirilmiş ve hastanın kalp ritmi, kan oksijen düzeyi ve tansiyon gibi yaşamsal verilerini kontrol eden bilgisayar kontrollü özel egzersiz cihazları ile gerçekleştirilmektedir.

Yeni Tedaviler

Önceleri fizyoterapist tarafından yapılan ve çok uzun zaman alan işlemler artık bilgisayar kotrollü cihazlar ile son derece etkili ve hızlı bir şekilde yapılmaktadır. Geliştirilen en yeni tedavilerden biri göğüs duvarına basınç ve aynı zamanda yüksek frekanslı titreşim uygulayarak akciğerlerin bronşlarında biriken ve havayolunu tıkayan salgıların dışarı atılmasını kolaylaştıran cihazdır (The Vest). Bu tedavide hasta bu iş için geliştirilen yeleği giyer ve cihaz hava yardımı ile yeleği giyen hastanın göğüs duvarına basınç yapar ve şiddetli bir şekilde titreşim uygular. Bu sayede hasta bronşlarını tıkayan salgıları ve balgamı kolayca dışarı atabilmektedir. KOAH ve kistik fibroz dahil hemen hemen tüm kronik akciğer hastalarında kullanılabilen son derece etkin bir yöntemdir. Bir diğer yeni tedavi yöntemi de hastanın soluk alırken akciğerine hava gönderip, soluk verirken havayı emen ve öksürmeyi kolaylaştıran cihazlar ile yapılan uygulamalardır. Pulmoner rehabiltasyon SGK ve Özel Sigortalar Tarafından Karşılanan bir tedavi midir?Pulmoner rehabilitasyon uygulamalarının tamamına yakını SGK ve özel sigortalar tarafından karşılanmakta ve hastalara ek bir maliyet getirmemektedir. Konvansiyonel pulmoner rehabiltasyon yöntemleri ve yeni geliştirilen cihazlar ile KOAH ve diğer kronik akciğer hastalarında solunum sıkıntısının azalması, hastaneye başvuru sıklığının azalması, kan oksijen düzeyinde artış, genel kondüsyon artışı, gerginlik ve depresyon düzeyinde azalma ve tüm bunların sonucunda yaşam kalitesinde belirgin artış elde edilmektedir.